Bağlanma Kaygısı

GİRİŞ

Korona virüs salgını nedeniyle yaşanan zor günlerde anne babalar, çocuklar, öğretmenler, hem evde hem iş yerlerinde çalıştı. Bu dönemde yapılan araştırmalar en sık duyguların; kaygı, endişe, korku, belirsizlik, üzüntü olduğu yönündedir… Son aylarda içinde hepimizi saran “deprem kaygısı, hastalık kaygısı, pandemi durumu, korona virüs, uzaktan eğitim ve yaşanan belirsizlikler ” sebebiyle pek çoğumuz kaygılanmakta ve kaygı ile baş edememekteyiz.

Kendimize ilişkin kaygılar, çevremize ilişkin kaygılar, kimi zaman dünyanın gidişine ilişkin kaygılar yakamızı hiç bırakmamaktadır. Ayrıca bu dönemde veli-öğretmen işbirliği, online eğitim ve ilişki, zaman düzenlemeleri diğer önemli noktalar olarak ortaya çıktı ve doğal olarak herksin kaygıları artmış durumda ancak bu durumda bazıları daha sakin kalabilmekte bazıları ise kaygı ile başa çıkamamaktadır, bunların sebepleri neler olabilir? 

Öncelikle,

Çocukluktaki bağlanma figürlerimiz ve onları model almak

Güvenli bağlanma oluşturabilmek

Sosyal öğrenmeler

Psikolojik dayanıklılık

Kaygı ve stresle başa çıkabilmek için kendini sakinleştirebilmek

Sosyal becerilerin gelişmiş olması bu faktörler arasındadır.

Bağlanma ve Kaygı İlişkisi Ne Demektir?

Bağlanma Nedir?

Bağlanma, çocuk ile bakım veren kişi arasında gelişen ilişkide, çocuğun bakım veren kişiyle yakınlık arayışı ile kendini gösteren, özellikle stres durumlarında belirginleşen, tutarlılığı ve sürekliliği olan duygusal bir bağ olarak tanımlanmaktadır.

Bağlanma yalnızca çocukluk ile sınırlı olmayıp yaşam boyunca sürer. Bağlanma sürerken doğası ve ifade ediliş şekli değişir. İlk temel ilişki olan anne çocuk ilişkisi, sonraki yaşam dönemlerindeki bağlanmalar için örnek olur. İlk temel ilişkide ortaya çıkan yetersizlikler ya da meydana gelen aksamalar bağlanmayı olumsuz yönde etkileyecektir.

 Değişmez değilse de güvenli ya da güvensiz olarak bir kez belirlendikten sonra çok az değişkenlik gösterir. Bu noktada eksik ya da bozulmuş bir bağlanma sürecinin ya da bu sürece neden olan etkenlerin devam etmesinin sonraki gelişim basamaklarına da etkisi olumsuz olacaktır. Bowlby’nin çalışmalarından başlamak üzere güvensiz bağlanma biçimi daha sonraki yaşam dönemlerinde psikopatolojinin belirleyicisi olarak düşünülmüşken güvenli bağlanma sağlıklı süreçlerle ilişkilendirilmiştir.

Bağlanma Kuramı hakkında kısaca bilgi verecek olursak ne anlatmaktadır?

Bowlby’nin bağlanma kuramına göre yeni doğan bebekler, yalnızca onlara bakmaya ve korumaya istekli bir yetişkinin varlığında yaşamlarını sürdürebilirler. Bebekler bakım veren kişi ile etkileşimi sağlamaya yardımcı davranışlar (emme, izleme, gülümseme, ağlama, dokunma) ile donanımlı olarak dünyaya gelirler. Bebeğin doğuştan getirdiği bu özellikleri, bakım veren ile düzenli ve tutarlı bir etkileşim sonucu giderek gelişir.

Annenin yokluğunda gerginlik, huzursuzluk, varlığında ise rahatlık duygusu olur. Bowlby’e göre, dünya ile daha iyi başa çıktığı düşünülen bir kişi ile yakınlığı koruma (yakınlarda kalma ve ayrılıklara direnme) bağlanmanın tanımlayıcı özelliğidir. Bağlanmanın temel işlevi ise tehlikelerden korunmadır. Bağlanma davranışı ile keşfetme, araştırma davranışı arasında karşılıklı bir ilişki vardır.

Bowlby’e göre, erken çocukluk döneminde bağlanma figürü olan anne ve babaların tekrarlayan davranış örüntüleri çocukların zihinsel şemalarını oluşturur. Bu şemalar çocuk üzerinde yaşam boyu süren etkiler göstermektedir. Güvenli bağlanmanın gelişmesi için çocuğun kesintisiz, tutarlı tepki veren, duyarlı ve her zaman ulaşılabilir bir bakım verene sahip olması önemlidir.

Kaygılı Bağlanma Örüntüsü Nasıl Oluşuyor?

Kaygılı bağlanma örüntüsü olan çocuklar, çağırdıklarında annenin yanıt vereceğinden ya da yardımcı olacağından emin olmayan çocuklardır. Bu nedenle ayrılığa direnirler ve anne döndüğünde yatışmazlar. Bu anneler tepkilerinde tutarlı olmayan ve kontrol amaçlı terk etme tehdidinde bulunan annelerdir. Kaçıngan bağlanma örüntüsü olan çocuklar ise annelerinin yardımcı olacağına ilişkin hiç güveni olmayan çocuklardır.

Çeşitli nedenlerle doğumdan hemen sonra annelerinden ayrılarak, özel bakıma alınan bebeklerde; gelişmenin yavaşladığı ya da durduğu, bu bebeklerin yemek yemedikleri, sosyal geri çekilme yaşadıkları ve yüzlerinde sürekli üzüntülü bir ifade taşıdıkları belirtilmiştir.[31] Birincil bağlanma nesnesinden herhangi bir sebeple ayrılma durumlarında, bebeğin kalp atım hızının yükseldiğini ve nörobiyolojik sistemleri işleyişinde farklılaşmalar olduğu ileri sürülmüştür.[32] Birincil bağlanma figürü çoğunlukla annedir.

Buna karşın, pek çok bebekte temel bağlanma anneyle olduğu kadar babayla da olmaktadır. Anne tarafından desteklenen babaların, bebekleriyle aralarında güvenli bir bağlılık geliştirebilme olasılıkları yüksektir. Baba ile bebeğin bağlanma şekli ve ilişkinin ayrıntıları anneye bağlı olarak değişmektedir. Eğer anne ve babadan her ikisi de uyarıcı kaynağı ise, bebeğin, hem annesine hem de babasına güvenli bağlanma geliştirebilmesi olasıdır. Bunun gerçekleşmesinde, bebeğin algıları da etkilidir. Baba, anneye göre daha farklıdır. Sesinin tonu, giyimi, verdiği tepkileri, kokusu ve dokunuşu farklıdır. Bu sayede, bebek, anne ve babasının iki farklı kişi olduğunu öğrenmektedir.

Bağlanma kuramına göre, erken yaşlarda ebeveynleriyle olumsuz yaşantıları sonucu güvensiz bağlanma stili geliştiren kişiler, sadece yakın ilişkilerinde sorunlar yaşamazlar, aynı zamanda stres ve kaygı altında işlevsel olmayan tepkileri nedeniyle psikopatolojilere de yatkınlık gösterebilirler. Bu nedenle güvensiz bağlanmanın çocuklukta ve yetişkinlikte bazı kişilik bozuklukları, kaygı bozuklukları ve ruh sağlığı bakımından risk faktörü oluşturduğu ileri sürülmektedir

Bağlanma Türleri Nelerdir?

Bağlanma kuramcılarına göre süt çocukluğu döneminde güvenli ya da güvensiz olarak bir kez belirlendikten sonra çok az değişkenlik gösterir. Bowlby’nin çalışmalarından başlamak üzere güvensiz bağlanma biçimi daha sonraki yaşam dönemlerinde psikopatolojinin belirleyicisi olarak düşünülmüşken güvenli bağlanma sağlıklı süreçlerle ilişkilendirilmiştir. Doğanın özgün modeli güvenli bağlanmadır. Güvensiz bağlanma biçimleri olan kaygılı/ikircikli bağlanma anksiyete bozuklukları ve depresif bozukluklarla ilişkilendirilirken, kaçıngan bağlanma davranış bozukluğu ve diğer dışa vuruk patolojilerle ilişkilendirilmiştir. Dağınık bağlanmanın (dezorganize/ dezoryante) ise dissosiyatif bozukluklarla birlikteliğinden söz edilmektedir.

Güvenli Bağlanmanın Etkileri Nelerdir?

Güvenli bağlanma çocuğun duygusal gelişimini olumlu yönde etkilemekte ve psikolojik sağlık açısından koruyucu bir etken oluşturmaktadır, çocuk kaygısını yönetebilmekte, daha sağlıklı ilişkiler kurabilmektedir. Ailenin temel işlevleri arasında, çocuğun fiziksel, psikolojik ve sosyal alanlardaki gereksinimlerini karşılayarak sağlıklı bir birey olarak yetişmesi yer almaktadır. Özellikle okul öncesi dönemde çocuğun gelişimi, çevredeki faktörlerden oldukça fazla etkilenir. Günümüzde, okul öncesi çocuklar ailelerinin dışında çevrelerindeki pek çok farklı kişiyle, farklı olaylarla, değişik uyaranlarla etkileşim içindedirler. Anne-babanın çocuklarına rehberlik yapması ve kurallar koyması, çocuklara doğru ile yanlış ve kabul edilebilir ile edilemez davranışlar arasındaki farkı ayırt etmelerinde yardımcı olur. Ebeveynlerin çocuklarına uygun şekilde sınır koymaları, çocuğun yargılama becerisinin ve vicdanının gelişmesini sağlar. Ayrıca, çocuğun çevresini, olayları anlaması ve öğrenmesi sürecine de yardımcı olur. Çocuklarına uygun şekilde sınır koyabilen anne ve babaların, sadece çocuklarının gelişimine yardımcı olmadıkları; bunun yanı sıra, çocuklarının tehlike içeren durumlarla karşılaşma olasılıklarını da azalttıkları belirtilmektedir.

Güvensiz Bağlanma ve Kaygı İlişkisi Nedir?

Kaygı ve kaçınma davranışlarının erken dönemlerde çocukların ihtiyaç ve beklentilerinin karşılanmaması nedeniyle duyarsız ya da tutarsız ebeveyn davranışlarının sonucu geliştiği kabul edilmektedir. Araştırmalar özellikle çocuk stres altında olduğunda, gerginken, hastalandığında ya da benzer ihtiyaç ve destek işaretleri verdiği durumlarda, bakım sağlayan kişilerin (genellikle anneler) tutarsız, yetersiz ve/veya dengesiz karşılık vermelerinin, sinirli ve kaygılı olmalarının, benmerkezci ya da orantısız müdahaleci davranmalarının bağlanma kaygısına yol açtığını göstermektedir.

Kaygı temelde kişiye rahatsızlık veren olayın kendisinden değil olayın kişi için taşıdığı anlamdan kaynaklanmaktadır.

Kaygılı çocuk ve kendini rahat hissetmeyen çocuk duygularını bastırmayı ve göstermemeyi öğrenen çocuk, bunları ortaya çıkaracak (ya da kontrol etmesini zorlaştıracak) yakınlaşmalardan kaçınarak, destek aramaktan çekinir ve genel olarak kaçınma davranışı geliştirir. Stresle baş etmek için yakınlık ve destek ara(ya)mayan bu kişiler kendilerine kompulsif düzeyde yüksek güven geliştirerek savunma ya da korunma stratejilerini güçlendirmeye çaba harcarlar. Bu nedenle kaçınan kişiler tehdit ya da stres durumunda duyguları ortaya çıkarabilecek aktivasyonu engellemeye (deactivating) yönelik bir davranış stratejisi geliştirirler. Bu stratejinin kullanımı zamanla bağlanma sistemini tetikleyecek davranışlardan kaçınma, başkalarının yakınlık ve destek ihtiyaçlarına duyarsızlık geliştirme gibi davranışlara dönüşür.

Güvensiz Bağlanmanın Etkileri Nelerdir? Kaygı ile başa çıkma ilgili neler söyleyebiliriz?

Güvensiz bağlanma biçimi daha sonraki yaşam dönemlerinde psikopatolojinin belirleyicisi olarak düşünülür. Güvensiz bağlanma biçimleri olan kaygılı bağlanma anksiyete bozuklukları ve depresif bozukluklarla ilişkilendirilir.

Kaygılarımız, vücudumuzun strese karşı verdiği doğal tepkilerdir. Geleceğe karşı duyduğumuz korkularımız ve endişelerimizdir. Mesela topluluk önünde konuşma yapacak olmak ya da işimizin ilk günü, çoğu insanın gergin ve korkulu hissetmesine neden olabilir.

Ancak duyduğumuz endişe aşırıysa ve uzun süreli olup yaşamımızı zorlaştırıyorsa bu durum kaygı bozukluklarını da beraberinde getirir. Kaygı bozuklukları kişilerin çevrelerindeki ya da kendi vücutlarındaki belli uyaranları tehlike ve tehdit olarak yorumlanması sonucu kontrol edilemeyen sıkıntı, korku, endişe ve gerginlik hissetmeleri sonucunda bu hisleri doğuran olay ve durumlardan kaçınma davranışlarına verilen isimdir.

Kaygı fazla olduğunda neler ortaya çıkar?

  • Kendini gergin, huzursuz, panik halinde hissetmek
  • Nefes darlığı, ağız kuruluğu yaşamak,
  • Kötü bir şey olacakmış gibi endişeli hal
  • Kalp atışlarında yaşanan aşırı hızlanma
  • Aşırı terleme
  • Ellerde titreme hali
  • Odaklanma, konsantrasyon problemleri
  • Hazımsızlık sıkıntıları
  • Kaygı duymayı tetikleyecek etkilerden kaçınma hali
  • Uyku problemleri başlıca semptomlardan sayılabilir.

Sonuç olarak toparlayacak olursak genel olarak anne ve babalara neler söyleyebilirsiniz?

Hep kaygıyla yaşanmaz. Aslında kaygıyla yaşamak dünyanın en zor işlerindendir. Onun için de insanlar “kaygıdan kurtulmanın” yollarını aramaktadır.

Kaygıdan kurtulmak, bilişsel düzeyde buna uygun bilgi, bilinç, duygu donanımıyla olabilir. Hem akademik zekânın hem de duygusal zekânın bu anlamda eğitilmiş olması “kaygıyı pozitif yaşamaya” dönüştürebilir.

Yapılması gerekenler nelerdir?

  • 1.     Adım: Kaygıyı tanımak, varlığını bilmek.
  • 2.     Adım: Kaygıyı oluşturan olgular, koşullar, kişilerle ilgili olarak değişik seçenekler oluşturmak.
  • 3.     Adım: Bu seçenekleri tartarak yapılması gereken iş konusunda karar vermek.
  • 4.     Adım: Verilen karar doğrultusunda harekete geçmek ve sorumluluk almak.

İnsanın kaygıdan kurtulabilmesi için öncelikle vücudunu gevşetmeyi öğrenmesi gerekir. Vücudu gevşetmenin üç yolu vardır.

Doğru nefes alma

Fizik egzersizi

Düşünce biçimini düzenleme önemlidir.

  • Doğru nefes almak: Doğru nefes vücudu rahatlatır, gevşemeyi sağlar. Vücutta daha fazla oksijen yakılmasından dolayı, öğrenme sırasında beyinde meydana gelen protein bağlarının kurulmasını sağlar.
  • Oksijenin vücudun en uç noktasına gitmesini ve stresin ortadan kalkmasını ya da azalmasını sağlar.
  • Sorunlara takılmak ya da sorunlardan kaçmak yerine onları aşmak için kararlı bir tutuma sahip olmalıyız. Her ne şekilde gelirse gelsin, değişimin kaçınılmaz olduğunu fark etmeli ve kapasitemizi bu duruma uyum sağlamak için esnetmeliyiz.

Anne ve Babalar Neler Yapabilir?

Anne-babanın temel görevinin çocuğa optimum gelişme olanağı sağlamak olduğunu söyleyebiliriz. Bu durum özetle, çocuğun bir birey olarak kendisini geliştirmesi için uygun koşulların oluşturulmaya çalışılması olarak açıklanabilir. Ancak bunun zıddı bir durumda yani anne-babanın çocuğa bu koşulları sağlayamaması durumunda ise, benlik duygusunu sağlıklı bir şekilde geliştiremeyen, bağımlılık ve güvensizlik duyguları geliştirebilen bir birey oluşmasına neden olunabilir.

Çocuk açısından yaşamının ilk yıllarında anne-babanın rolü tartışmasız olarak çok önemlidir. Özellikle 0-6 yaş dönemdeki çocuk ile anne-baba ilişkisinin sağlıklı olması çocuğun hem kişilik gelişimi hem de yaşamının sonraki dönemleri ve yetişkinlik yaşamı için önemli bir temel oluşturmaktadır.

Ayrıca, çocuğun gelişimindeki en önemli adımlardan biri olan okul öncesi eğitim, çocuğun aileden ilk düzenli ayrılışı ve kendine ait ilk sosyal ortamı oluşturma deneyimidir. Okul öncesi eğitimde sağlıklı bir uyumun sağlanması, çocuk ve ebeveynler açısından oldukça önemlidir. Hem anne-babanın çocukları ile hem de birbirleriyle kurdukları ilişkinin niteliği oldukça önemlidir.

Bunlar dışında, kaygılar hakkında yazı yazmak, resim çizmek, hikaye kitapları okumak, yoga ve meditasyon yapmak, nefes teknikleri, çocukla yapılabilecek duygu çalışmaları faydalı olacaktır. Ayrıca fiziksel aktivitelere ağırlık vermek sizler için faydalı olacaktır.

Spor gibi fiziksel aktiviteler psikolojik sağlığımız için yapabileceğimiz en iyi şeylerden biridir. Stresin ve kaygının azı bizi koruyor, çoğu yoruyor. Hatta ömrümüzden ömür gidiyor. Kaçınmak yerine baş etmeyi öğrenmek, bakış açımızı değiştirmek ise elimizdedir, özellikle anne ve babaların çocuklarına kaygılarını yönetmekte çok büyük etkisi olmaktadır.

 Stres ve kaygı yönetiminin ilk adımı, stres faktörlerini ve bu faktörlere verdiğimiz bedensel ve zihinsel cevapları anlamaktan geçer.

Stresli durumlara verdiğimiz tepkileri anlamak için, farkındalığımızı geliştirmemiz gerekir. Gündelik hayattaki farkındalığımızı artırmanın en iyi yolu da, mindfulness pratikleri uygulamaktır.

Kalbimizde, zihnimizde olup bitenleri dikkatli ve sakin bir göz ile izleme alışkanlığı edindiğimizde, hangi tepkilerimizin gerçek stres tepkisi, hangilerinin ise strese ‘kapıldığımız’ için verdiğimiz tepkiler olduğunu fark edebiliriz.

Bir nehirde yol alırken bazen kürek çekmemiz, bazen kendimizi akıntıya bırakmamız gerekir. Gerekli yerde tam tersi işlemi yaptığımızda kayığımız kontrolden çıkar, yolumuzdan saparız. Mindfulness, çabalamamamız gereken yerler ile kendimizi bırakmamız gereken yerler arasındaki farkı bize öğretirken; kürek çekme zamanı geldiğinde kuvvetli bir şekilde yol alabilmemizi, kendimizi bırakmamız gerektiğinde ise tüm varlığımızla gevşeyebilmemizi sağlamanın yoludur. Küreklerle, dalgalarla ve akıntıyla mücadele halinden kurtulup yolculuğun tadını çıkarabildiğimizde, stres ve kaygıyı bi duygu olarak kabul edebilir, her türlü duyguyu kabul edip kapsayacak bir halde yol alabilmeyi öğrenebiliriz.

Eğer siz de kaygılı düşünceler içinde boğulduğunuzu hissediyor ve bir çıkış yolu arıyorsanız yukarıdaki yöntemlere ek olarak alanında uzman psikologlardan dilediğiniz zamanında destek alabilirsiniz.